İster sadece ev sakinleri için yazan odasına kapanmış bir yazar olun, isterse Nobel ödülü alarak yazı alanındaki başarısını tüm dünyaya kanıtlamış bir yazar, yazı hayatınızın bir aşamasında yazamamayla karşı karşıya kalacaksınız. Bir gün yazının başına oturduğunuzda aklınız boşlukta yüzüyormuş gibi gelecek, ne yazacağınızı bilemeyeceksiniz. Bir konuda yazmaya karar verseniz bile, bu kez doğru kelimeleri bulamayacak, cümleleri bir türlü toparlayamayacaksınız. Sonunda, dünya üzerinde yazabilecek son insan sizmişsiniz hissine kapılarak yazının başından kalkmak isteyeceksiniz.
Bir yazara bir gün yazamayacağını söylemek her canlıya bir gün öleceğini hatırlatmak kadar acımasız görünebilir. Özellikle bazı yazarların kendilerini Tanrı zannettikleri göz önünde bulundurulursa, onlara ölümlülüklerini hatırlatmak sadece acımasızca değil söyleyen açısından tehlikeli de olabilir. Peki ya yazmaya devam etmek için ihtiyacımız olan şey ölümlü olduğumuzu hatırlamak ise?
Bu benim uydurduğum ve son derece yararlı olduğuna inandığım bir yazı alıştırması. Yazamıyor musunuz? Öyleyse yetmiş beş yaşında olduğunuzu ve bütün hayatınız boyunca yazmak istediğinizi bu yaşınızda fark ettiğinizi hayal edin. Evet, acıklı bir durum. Ama “Bunca yıl aklım neredeydi? Boşa yaşanmış bir hayat benimkisi,” diye dövünmeyi bırakın. Şimdi kendinize acımanın sırası değil. Daha fazla vakit kaybetmeden oturun ve yazın.
Yazmanın ilk şartı günün belli saatlerinde masanın başına oturma disiplinini sağlamak mı? Aman ne güzel. Zaten ayakta çok durduğunuz zaman bacaklarınız ağrıyor, dizlerinizin üstleri sızlıyor. En iyisi oturmak ve… Yazmak.
Dünyaya kendini ispatlamak için yazmaya kalkışmanın gençlere özgü bir hastalık olduğunu siz de fark ettiniz mi? Oysa sizin kendinizi ispatlayabileceğiniz biri kalmadı. Hayatınızdaki bütün otorite figürleri; öğretmenleriniz, babanız ve hatta yaptığınız her şeye tatsız bir yorumla eşlik eden ukala teyzeniz, birer birer Hakk’ın rahmetine kavuştu. İlkokuldan bu yana her konuda yarıştığınız en yakın arkadaşınız bile geçen yıl öldü. Ölenle ölünmez, size düşen bundan sonra kendi bildiğinizi yapmak. Yani yazmak.
Artık “Deneyimim yok, insanlara aktaracak ilginç bir şeyim yok. Ne yazabilirim ki?” bahanesi de sizin için geçerli değil. Çok şey gördünüz geçirdiniz, bir sürü insan tanıdınız. Koca bir hayatı geride bıraktınız. Elbette yazacak çok şeyiniz var.
Cumartesi akşamı arkadaşlarınız İstiklal’de eğlenirken, yazının başına oturmak istediğiniz için kendinizi suçlu mu hissediyorsunuz? Bırakın gençler eğlensinler. Siz ununuzu elediniz, eleğinizi astınız. Üstelik yazmakta olduğunuz karakterler de eğlenmek için sizi bekliyorlar. Kağıt üzerinde verilecek partiye katılmaya hazırlıklı olun.
Biraz tatsız bir konu olduğu için bu en sona kaldı: Muhtemelen bu dünyada geçirecek fazla zamanınız kalmadı. Kağıt üzerine koyduğunuz her kelime kârdır. Hem yazmayı bütün hayatınız boyunca ertelemişsiniz. Daha ne kadar yazmadan durabilirsiniz?
Yaşınız yetmiş beş olmuş, uzun zamandır buralardasınız. Bırakın dünyaya biraz olsun nazınız geçsin. Kötü yazmak için kendinize izin verin. Dünyanın en berbat yazılarını yazabilirsiniz. En naif eleştirmenler bile kendilerinden geçip yazdıklarınızı yırtmak, hatta bir daha yazmayın diye kaleminizin üzerinde tepinmek isteyebilirler. Ama uzun süredir yaşadığınız mahalleden taşınırken ve bir daha o mahalleye adımınızı atmayacağınızdan adınız kadar eminken, komşularınızın sizin hakkınızdaki dedikoduları gerçekten umurunuzda olur mu?
Daha önce Bantmag.com’un 60. sayısında yayımlandı.
Leave a comment