İngilizce öğretmeni Heather Sellers’a merhaba deyin. O da sizinle tanıştığına memnun oldu. Ama iki gün sonra tekrar karşılaştığınızda selamsız sabahsız yanınızdan geçip giderse sakın üstünüze alınmayın. Olur da siz ona selam verirseniz, yüzünüze şaşkın şaşkın bakması ihtimaline de hazırlıklı olun.
Hayır, o dalgınlığıyla ünlü çılgın profesörlerden değil. Michigan’da bir üniversitede yaratıcı yazarlık dersleri veren 40’lı yaşlarındaki Heather Sellers, sadece Amerika’da sayıları beş milyonu bulan yüz körlerinden biri. Yüz körlüğü, bir diğer deyişle “prosopagnosia” genetik yolla geçebildiği gibi, beyinde hasar sonucu da oluşabiliyor.
Yüz körlüğü deyince sadece yüzü kapsayan bir görme problemi akla gelebilir ancak Heather Sellers ve diğer yüz körleri, yüzleri net bir şekilde görebiliyor ama onları birbirinden ayırt edici şekilde algılayamıyorlar. Dolayısıyla gördükleri bir yüzü sonraki görüşlerinde de tanıyamıyorlar. Bu yüzün her gün gördükleri bir insana ait olması bile fark etmiyor. Çünkü onlar için bütün yüzler, aynı tornadan çıkmış kadar birbirine benziyor.
Bir yüz körünün yaşamı neye benzer?
Tanıdık yüzleri görmek; uzun bir günün sonunda nihayet eve gelmek gibidir, rahat bir nefes alırız. Heather Sellers nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın bir türlü eve gelemiyor ve gerçek anlamıyla rahatlayamıyordu. Öğretmenliği, öğrencileri seviyordu ama aslına bakarsanız okulun ilk günüyle son günü arasında onun için hiçbir fark yoktu: Her ikisinde de sınıfa baktığında sadece yabancı yüzler görüyordu. Bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındaydı ama asıl soruna bir türlü parmak basamıyordu.
Heather Sellers yıllar içinde insanları saç modellerinden, seslerinden, yürüyüş tarzlarından ya da kıyafetlerinden tanıma konusunda ustalaşmıştı. Tabii ki bunların hiçbirinin işe yaramadığı da oluyordu. Herkesin takım elbiseli olduğu bir kokteyl ya da saçını kestiren bir arkadaş onu tamamen çaresiz bırakabiliyordu.
Pek çok tanıdığı, yolda karşılaştıklarında selam vermediği için onun kibirli bir insan olduğunu düşünüyordu. Böyle zamanlarda Sellers, kendisini dalgın, çevresine dikkat etmeyecek kadar bencil hatta aptal olmakla suçluyordu. Ancak ne kadar çabalarsa çabalasın sonuç değişmiyordu: Ya herkes birbirine benziyordu ya da o an gördüğü yüz, daha önce tanıdığı yüzlerin hiçbirine benzemiyordu.
Tanıdığı insanların yanından selam vermeden geçtiği gibi insanlarla tekrar tekrar tanıştığı da oluyordu. Bir gün gittiği partide kapıda bir kadınla selamlaştı. Kendini tanıttığında kadın “Heather, biz tanışıyoruz, iki yıldır aynı bölümdeyiz” diye karşılık verdi. Bunun üzerine kafası karışan Sellers içeri geçti ve açık büfeden içkisini aldıktan sonra şöminenin yanındaki arkadaş canlısı görünen kadınla konuşmaya karar verdi. Kendini tanıtmak için elini uzattığında kadın ona şaşırarak baktı. “Heather, az önce de benimle tanışmaya kalktın! Bu kadarı da fazla artık!” deyip yanından uzaklaştı. Sellers, az önce kapıda selamlaştığı kadın paltosunu çıkarınca onu tanıyamamış, yeni biri sanmıştı.
Bu olaydan sonra giderek sosyal ortamlardan uzaklaşmaya başladı. Kampüsteki etkinliklere genelde bir bahane bulup katılmıyordu. “Markette tanıdığım birisine rastlarım ama tanıyamam.” korkusuyla alışveriş için kimselerin etrafta olmadığı sabahın erken saatleriyle akşamın geç saatlerini tercih ediyordu. Günden güne yalnızlaşıyor ve kendine olan güvenini kaybediyordu. Birisini tanıyıp tanımadığından emin olamamak, ona diğer algıladığı şeylerin doğruluğunu sorgulatıyordu. Böyle zamanlarda içinde bu dünyaya ait olmadığı hissi giderek büyüyordu.
Hastalığın keşfi
Akademisyen olmanın verdiği alışkanlıkla “Benim neyim var?” sorusunun cevabını önce kütüphanede aradı. Kütüphanede, akıl hastalıkları rafındaki kitapları alt üst ettiği bir sırada “yüz tanıma”yla ilgili bir sorundan bahsedildiğine rastlayınca soluğu psikiyatristte aldı. Psikiyatristi yüz körlüğü şüphesiyle onu bu alanda araştırma yapan Harvard Üniversitesi’ne yolladı. Burada Sellers’a ünlü kişilerin yüzlerini gösterip tepkisini ölçmeyi de kapsayan bir test yapıldı ve yüz körlüğü teşhisi konuldu. Hastalığın tedavisi yoktu. Ama Heather Sellers, sonunda ne olup bittiğini anlamaktan o kadar mutluydu ki rahat bir nefes aldı. O bencil, aptal ya da akıl hastası değildi. Sadece yüz körüydü. Uzun zamandır kendini bu kadar mutlu hissetmemişti.
Heather Sellers önceleri diğer insanlara hastalığından bahsetmekte zorluk çekti. Psikiyatristi ise ona “Uzun yıllar bu hastalıkla yalnız mücadele ettin. Hayatını kolaylaştırmak için çevreni hastalığından haberdar etmelisin.” dedi.
Heather Sellers cesaretini topladı ve önce yakın arkadaş çevresine yüz körü olduğunu söylemeye başladı. Bunun gerçek bir hastalık olduğuna inanmakta zorluk çeken arkadaşları da oldu, “Demek sorun buymuş!” diyen arkadaşları da. Okuldaki insanlara hastalığını söylediğinden beri hayat onun için gerçekten kolaylaştı. Koridorda karşılaştıklarında selam vermemesini kimse kişisel almadığı gibi insanlar ona yardımcı olabilmek için konuşmadan önce kendilerini tanıtmaya başladılar.
Heather Sellers yıllar sonra ilk defa kendini evinde gibi hissediyor ve biriyle tanışırken “Merhaba, ben Heather Sellers. Yüz körüyüm.” demekte sakınca görmüyor. Hastalığını yakın çevresine anlatmakla da kalmayan Sellers, şimdi hastalığı keşfediş öyküsünü ve bu hastalık üzerinden ailesiyle hesaplaşmasını konu alan “You Don’t Look Like Anyone I Know” kitabında bütün dünyayla paylaşıyor.
Mart 2013’te Kuraldışı Dergi’de yayımlandı.
Leave a comment