Dalgacı Mahmutluk baba mesleği olursa?

Disney Plus geldiğinden beri her gün oradan bir kısa film izliyorum ve bir on dakikalığına da olsa Pixar-Disney’in naif dünyasında gezinmek nefes aldırıyor. Ama bu filmlerde tatlı bir dünyadan çok daha fazlası var.

Bu filmleri sevmemin temel olarak iki nedeni var. Animasyonun sunduğu teknik imkanlar sayesinde bu hikayelerde şemsiyeden masa lambasına, yanardağdan buluta her şey ana karakter olabiliyor. Etraftaki cansız nesnelerin yerine kendini koymanın ve oradaki hikaye imkanlarını araştırmanın yazar olarak zihnimi açtığını hissediyorum.

Bu kısa filmleri sevmemin bir diğer nedeni de hemen hepsinin hayata dair bilgece bir bakış açısı sunması. Pixar ve Disney’in Inside Out ve Soul gibi filmlerinde üstte akan hikayenin yanı sıra altta daha derin başka bir şey söylemesi beni zaten büyülüyordu ama nihayetinde bunlar uzun metraj işler. Kısa filmlerde de bunun yapılabildiğini görmek beni heyecanlandırıyor. Sırf seyir zevkine odaklanan ve bu yüzden de bir sürü anlamsız entrika ve kavga-dövüşle dolu olan yetişkin işlerinden sonra bunları görmek ferahlatıcı oluyor.

İzledikten sonra beni farklı yerlere götüren son Disney Pixar kısa filmi La Luna (Boy on the Moon) oldu. (Dikkat: Yazının bundan sonrası spoiler içerir. İmkanınız varsa bir koşu La Luna’yı izleyin gelin, sonra tekrar burada buluşalım. Epi topu yedi dakika. Halihazırda izlemiş olanlar veya spoiler yemekten korkmayanlar tam gaz devam.) Yönetmenliğini ve senaristliğini Enrico Casarosa’nın yaptığı bu 2011 yapımı kısa filmde ayın şeklinin değiştirilmesinden sorumlu bir ailenin içindeki kuşak çatışması anlatılıyor.

Gecenin bir yarısı gökyüzüne uzanan tahta bir merdivenle aya çıkıp onun yüzeyini süpüren ve dolunayı hilale çeviren dede, baba ve çocuğu izleyince “Bir dakika ya… Bu bana hiç yabancı gelmiyor,” oldum. Biraz düşündüm ve… Dalgacı Mahmut! Tabii ya! O da “Gökyüzünü boyarım her sabah./ Hepiniz uykudayken./ Uyanır bakarsınız ki mavi,” demiyor muydu? Ha gökyüzü boyamışsın ha aya şekil vermişsin. Enrico Casarosa’nın Orhan Veli okuduğunu hiç sanmıyorum. Ama işte bu dünyadaki hayat deneyimimiz bize çok benzer şeyler düşündürüyor farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda yaşamış bile olsak. Bunlar da kaçınılmaz olarak üretilen işlere yansıyor. Okuyucu/izleyici olarak bize de değişik formlarda karşımıza çıkan akraba fikirleri keşfetmek ve metinlerarası bağlantılar kurup heyecanlanmak düşüyor.

Metinlerarası demişken Beliz Güçbilmez’i anmamak olmaz. Beliz hocanın sizi alıp metinlerin aralarındaki dehlizlerde dolaştırdığı, farklı bir okuma ve o yazma metodu sunduğu atölye serisiyle ilgili ne desem az kalır. Beliz hoca konusuna karşı tutku duyan ve bilme-keşfetme heyecanına sizi de ortak eden bir hoca. Eğitim hayatımız boyunca karşılaştığımız türlü marazlara sahip onca hocadan sonra başka bir öğrenme-öğretme deneyiminin mümkün olduğunu görmek için bile gidilir. Atölyelerin içeriği ve tarihleriyle ilgili ayrıntılı bilgiye www.belizgucbilmez.com adresinden ulaşabilirsiniz. Tadımlık olarak da Nilay Örnek’in Nasıl Olunur? serisindeki Beliz Güçbilmez bölümünü tavsiye ederim. Storytel’den veya Spotify’dan ulaşabilirsiniz. Konunun uzmanlarıyla söyleştiği Nasıl Olunur’da Nilay Örnek çok iyi iş çıkarıyor. Bu da başka bir yazının konusu olsun.

İzlediğim/okuduğum işler zihnime kök salıp orada şekil değiştiriyorlar bazen. Hayalimde Dalgacı Mahmut’la bu ay işlerinden sorumlu ailenin eski dar bir sokakta kutu gibi dükkanları var yan yana. Demirciler çarşısı gibi burası da Dalgacı Mahmutlar Çarşısı. Köşede güneşin derecesini ayarlayan bir dükkan var, biraz ileride de rüzgar işlerine bakan deneyimli bir usta. Lodostan hafif bir esintiye her türden rüzgarı çıkarması iki dakikasını alır en fazla. Bizimkiler gece mesai yaptıklarından ancak öğleden sonra açıyorlar dükkanlarını. Dükkanın önüne koydukları taburelerde tavla oynuyorlar. Çocuk şapkasını ters takmış etrafta koştururken dede de Dalgacı Mahmut’la tavla oynayan oğluna karışmadan edemiyor. Her konuda olduğu gibi zar beş-üç gelince yapılması gereken hamle konusunda da anlaşamıyorlar. Onlar didişirken Dalgacı Mahmut fırsattan istifade tavla pullarından birini iki sıra fazla ilerletip kazanmaya yaklaşıyor. Sonra da adama “Hadi hadi oyna, fazla oyalanma. Ayın yüzeyini süpürmeye benzemez bu işler,” deyip ağız dolusu gülüyor. Tavlada kazanan kim olursa olsun çayların Orhan Veli’den olduğunun farkında değil. Çünkü burası Dalgacı Mahmutlar Çarşısı. Buralar komple onun.

 

Create a free website or blog at WordPress.com.

Up ↑