Paul Auster ve J. M. Coetzee’den mektubunuz var!

Posta kutunuz uzun zamandır fatura ve broşürden başka bir şey görmemiş olsa da size hitaben yazılan bir mektup almanın hazzını hatırlarsınız. Ama kabul edin, adınıza gönderilen bir mektubu okumaktan daha büyük bir zevk varsa o da başkasına yazılmış mektubu okumaktır.

Açılmamış zarfın üzerindeki titrek el yazısı; bunun sıradan bir evrak değil, basbayağı kişisel bir mektup olduğu ipucunu verir. Kafanızda sorular uçuşmaya başlar. Gönderen ve alıcı kimlerdir, aralarında nasıl bir ilişki vardır? Daha da önemlisi mektupta ne yazmaktadır?

Zarfın ağırlığı, mektubun içeriği hakkında herhangi bir fikir verebilirmiş gibi onu elinizde evirip çevirir, tahminlerinizi kafanızda sıralarsınız. Hikâyenin gidişatına dair sıkı varsayımları olan sabırsız okuyucunun hemen kitabın sonuna gelmek istemesi gibi siz de bir an önce mektubu okuyup tahminlerinizin doğruluğunu sınamak istersiniz. Zarfı yırtıp mektubu bir çırpıda okuma isteğiniz giderek kabarır.

Peki, merakınızın peşinden gidip başkalarının mektuplarını okur musunuz?

Neyse ki, bu soruyu “Evet!” diye cevapladığınız hâlde, başkalarının özel hayatına burnunu sokmayan dürüst bir insan olarak kalabilmeniz mümkün. Mektuplardan oluşan kitaplar sayesinde, oldum olası kişisel hikâyelere meraklı olan biz okuyucular, komşularımızın posta kutularına dadanmadan da başkalarına ait mektupları okumanın hazzını tadabiliyoruz. Üstelik bu mektuplaşmalar, bir de sevdiğimiz iki yazar arasındaysa değmeyin keyfimize.

Can Yayınları’ndan çıkan “Şimdi ve Burada” kitabı Paul Auster ve J.M. Coetzee’nin 2008-2011 yılları arasındaki mektuplarından oluşuyor. Dünyaca ünlü iki yazarın kişisel hayatlarına dair ipuçlarının yanı sıra, savaştan futbola farklı konulardaki görüşlerini içeren ve yıllar içinde gelişen dostluklarını ortaya seren kitap, meraklısı için hazine niteliğinde.

Yıllardır birbirlerinin kitaplarını okuyan iki yazarın arasındaki iletişim, 2005 yılında Paul Auster’ın, Samuel Beckett’in 100. doğum yılı nedeniyle yayına hazırladığı kitap için Coetzee’den önsöz yazması ricasıyla başlamış. İkilinin yolları ise ilk kez 2008’de Avustralya’daki Adelaide Edebiyat Festivali’ne katıldıklarında kesişmiş. Paul Auster, New York’a döndükten sonra Adelaide’de yaşayan Coetzee’den şöyle bir mektup almış:

“Seni belki ilgilendirecek, belki de ilgilendirmeyecek bir önerim var. Grove’un yayımladığı Beckett’e yaptığımız katkılardan biraz daha özlü bir ortak çalışmaya ne dersin? Şimdiye kadar kimseyle ortak bir çalışmam olmadı ama bunu seninle yapmanın keyifli olacağını düşünüyorum, hatta Tanrı isterse birbirimizin esin kaynağı bile olabiliriz.”

Her mektupta biraz daha yakın

Paul Auster, Coetzee’nin bu önerisine olumlu yanıt veriyor ve New York-Adelaide arasında mektuplar gidip gelmeye başlıyor. Bu okyanus aşırı mektuplaşmaların daha ilk satırlarından aralarındaki ilişkinin çok da fırtınalı, dalgalı olmadığını anlıyorsunuz. Bu ilişkide; büyük yazarlarda görmeye alışık olduğumuz türden anlaşmazlıklar, çekememezlikler söz konusu değil. Belli ki karşımızda birlikte son derece profesyonel bir projeye soyunmuş iki hırslı yazar değil, aralarındaki mesafeye rağmen mektuplar aracılığıyla yakınlaşmaya kararlı iki dost var.

Dostluk üzerine başlayan mektuplaşmaları; futbola, oradan Ortadoğu sorununa,  yayıncılık dünyasına, kitaplara, filmlere uzanıp gidiyor. Kitap ilerledikçe iki yazarın kişisel tarzlarının ne kadar farklı olduğunu da görüyorsunuz. Paul Auster mektuplarına küçük hikâyeler, anılar serpiştirmeye meraklıyken (ki yazarın özellikle Kırmızı Defter, Cebi Delik ve Kış Günlüğü kitaplarını okuyanlar için pek de şaşırtıcı değil) Coetzee ise olan bitene felsefi açıdan yaklaşma eğiliminde oluyor. Aralarındaki tarz farklılıklarına, fikir uyuşmazlıklarına rağmen iki yazarın her mektupta biraz daha yakınlaştıklarını gözlemliyor ve şuna iyice ikna oluyorsunuz: Bir çiçeğin açmasına tanık olabilmek için nasıl yavaş çekim gerekiyorsa bir dostluğun pekişmesini izlemek de ancak diyalogları tek tek ele almamıza imkân tanıyan mektuplarla mümkün.

Sonlara yakın Paul Auster Coetzee’ye şöyle yazıyor: “Bu işten büyük keyif aldığım için mektuplaşmayı kesme düşüncesi bana hüzün veriyor, bu iki yılın sonunda seni bir arkadaş, gerçek bir dost olarak gördüğüm için iletişimi koparmayı hiç istemiyorum.” Paul Auster’ın hüznünü sadece Coetzee değil, kitap bittiğinde siz de paylaşıyorsunuz. Çünkü aslında “Sevgili Paul”, “Sevgili John” diye başlayan her mektubun başında bir de görünmez “Ve sevgili okuyucu” var. Kitabın bizi iki yazarın diyaloguna sadece kulak misafiri olmuşuz gibi değil de bu muhabbetin bir parçasıymışız gibi hissettirmesini de buna borçluyuz.

*Şubat 2013’te Akşam Gazetesi Kitap Eki’nde yayımlandı.

Leave a comment

Create a free website or blog at WordPress.com.

Up ↑