Thelma’s Toothpaste

Are you good at picking a gift for your loved ones? That skill might come unexpectedly in handy when you’re creating characters. But how?

In one of her interviews, Thelma & Louise screenwriter Callie Khouri mentioned that she once came across an interview with Geena Davis, where Davis said, “I bet Callie Khouri knows which toothpaste Thelma uses.”

Khouri later laughed and replied, “Yes, of course. Thelma uses the one with red, green, and blue stripes.”

Continue reading “Thelma’s Toothpaste”

Let Your Ears Burn

Let’s be honest. Sharing this piece brings both shame and joy.

Joy, because I first wrote it back in 2015 and it found its way into a book by Danny Gregory; one of my favorite voices on creativity.
Shame, because it’s a raw confession of my lifelong battle with my inner critic. Even now, my ears still burn when I reread it.

Continue reading “Let Your Ears Burn”

Dream Scenario

What if an ordinary man starts to appear in the dreams of millions of people? Such an interesting premise. It could have been a masterpiece like ‘Groundhog Day’ if only Kristoffer Borgli had handled the character’s transformation better and hadn’t rushed the ending. Still, it’s brilliant.

Continue reading “Dream Scenario”

Senaryo Yazarının El Kitabı

Senaryo Yazarının El Kitabı‘nın Türkçesi nihayet çıkmış. (Çeviri: Mehmet Gürsel) Alfa Yayınları, Syd Field’ın Senaryo Yazımının Temelleri kitabından sonra bunu da basmış. Benim de bundan senarist Meriç Demiray’ın (@mericdemiray) Instagram’da yaptığı bir paylaşım sayesinde haberim oldu. Heyecanla sizinle paylaşmaya geldim. Bu kez çok faydasını gördüğüm bir kitaptan bahsedip “Ama henüz Türkçesi yok,” demek durumunda kalmayacağım için mutluyum. “Umarım önümüzdeki yıllarda bu alanda daha çok kitap Türkçeye kazandırılır,” diyor ve başlıyorum.

Syd Field, Amerika’da ilk kez 1970’lerin sonunda yayınlanan Senaryo Yazımının Temelleri ve onun peşi sıra gelen Senaryo Yazarının El Kitabı‘yla Amerikan film sektörünü derinden etkilemiş bir senaryo gurusu. Temel olarak yaptığı şey Aristo’nun Poetika’da sözünü ettiği üç perdeli dramatik yapının günümüzdeki hikaye anlatımında hâlâ geçerli olduğunu hatırlatmak. Field modern filmlerden verdiği örneklerle bu tezini destekliyor ve senaryo yazarlarına hikayelerini inşa edebilecekleri sağlam bir yapı modeli sunuyor.

Senaryo Yazımının Temelleri işin teorisini kavramak için iyi bir giriş kitabı. Ama benim için Senaryo Yazarının El Kitabı ayrı bir yere sahip. Çünkü işin teorisini ne kadar okursanız okuyun, derste ne kadar dinlerseniz dinleyin yazmak; öğrendiklerinizi kendi hikayenize uygulamak başka bir şey. Tüm o bilgiler eşliğinde masanın başına geçtiğinizde “İyi, güzel tamam da… Şimdi ne yapacağız peki?” diye kalıveriyorsunuz. İşte Field’ın söz konusu kitabı bu noktada devreye giriyor. Kitap, fikir aşamasından senaryonun son halini vermeye kadar yazım sürecinde sizi adım adım yönlendiriyor. Başlangıçta zihninizde gaz ve toz bulutu halinde bulunan hikayenizin yavaş yavaş şekilleniyor.

Ben Senaryo Yazarının El Kitabı‘yla San Francisco’da okuduğum dönemde tanıştım. Senaryoya giriş dersinde temel kitabımız buydu. Dönemin sonunda iyi kötü bir uzun metraj senaryo teslim edebildiysem tamamen bu kitabın sayesindedir. Senaryo yazım sürecine pratik bir yaklaşım getiren bu kitapla birlikte yazım sürecinin belli bir ölçüde kontrol edilebilir bir şey olduğunu, bir delilik olarak yaşanması gerekmediğini de daha iyi anladım.

Yıllar içinde hem birlikte çalıştığım insanlardan hem de kendi yazı deneyimimden yazım süreciyle ilgili epey şey öğrendim. Artık hikaye geliştirip senaryo yazarken bu kitaptaki aşamaları bire bir takip ettiğimi söyleyemem ama yine de her projenin başında mutlaka bu kitaba uğruyorum. Syd Field’ın bu kitabı, ince bir ipin üstünden karşıya geçmeye çalışan cambazın altındaki güvenlik ağını hatırlatıyor bana. Belki zaman içinde bacaklarımızın titrekliği azalmış ve vizyonumuz güçlenmiştir ama yine de her ihtimale karşı Syd Field’in orada olduğunu bilmek iyi gelir.

“Bir keresinde öyle bir kar yağdı ki…”

Natalie Goldberg’ten bahsedip bahsedip bir tane bile serbest yazma alıştırması paylaşmasam olmazdı. Serbest yazma yöntemi, uzun yıllar okulda yüksek not almak için yazmak durumunda kalmanın getirdiği tedirginliği üstümüzden atmak veya elimizi yazıya alıştırmak için oldukça etkili bir yöntem.

Bu alıştırmayı yapmak için daha önceden yaratıcı yazarlıkla ilgili herhangi bir eğitim almış olmanıza gerek yok. Eğer on beş dakikanız varsa hadi kağıt kaleminizi alın, beraber yapalım.

Evin rahat ettiğiniz bir köşesine geçin. Kağıdın en tepesine “Bir keresinde öyle bir kar yağdı ki…” yazın. Bu çıkış noktamız. Saatinizi on dakika sonrasına ayarlayın. Ve aklınıza gelenleri olduğu gibi yazmaya başlayın. Tek kural var, süre dolana kadar elinizi kaldırmadan yazmanız. Dilbilgisi veya noktalama işaretlerine takılmayın. Anlamlı bir bütün oluşturmaya da çalışmayın. Sadece yazın.

Continue reading ““Bir keresinde öyle bir kar yağdı ki…””

Kurbağalama

“İri ve kambur vücuduyla kocaman bir virgülü andıran kadın, denizde açıldıkça açıldı, küçücük bir noktaya dönüştü gözlerimizin önünde.” dedi, o gün sahilde piknik yapan bekâr erkek grubunun ağzı laf yaptığı için pek sevilen üyesi, öğretmen kılıklı Niyazi.

Ailesiyle pikniğe gelmiş olan kasap Ali Osman’ın meşhur köfteleri mangalda cızlamaya başlayıp koku bütün sahili sarınca, yarım saat önce domatesli-beyaz peynirli birer yarım ekmek arasıyla karınlarını doyurduğu üç oğlan çocuğunu zapt etmekte zorlanan Aysel ise şöyle anlattı o gün olanları: “Çocuklar denize girecek oldular. Nasıl gideyim peşlerinden? Hangi biriyle ilgileneyim? İki elim kumda. Millet keyfine bakarken ben sıcağın alnında oturmuş, bütün kış “Kulunçlarım da kulunçlarım” diye başımın etini yiyen kayınvalidemi ılık kumlara gömüyorum, la havle vela kuvvete çekerek. Aman çocuklar fazla açılmayın, şu kırmızı dubayı sakın geçmeyin dedim. Biraz sonra denize bakınca bir de ne göreyim? Duba, duba değil mübarek, sanki motorlu! Yerinde durmuyor, uzaklaşıyor ha bire kıyıdan. Sonradan anladık onun duba değil, bizim Akide olduğunu. Anlamasak maazallah bizim çocuklar da gidecekti arkasından…”

Continue reading “Kurbağalama”

Monsieur Lazhar nasıl yazıldı?

Bugün Quebec’te bir ilkokul sınıfındayız. Birisine bakıp çıkacağız. Duvarlar çocukların ellerinden çıktığı belli olan el işleri ve farklı kültürlere ait fotoğraflarla süslü. En arka sırada ince uzun bacakları sıraya zar zor sığan bir adam oturuyor. Kırklı yaşlardaki bu adam, küçük yuvarlak gözlüklerinin ardından etrafa bakıp önündeki deftere not alıyor. Bu adam da kim dersiniz? Öğretmenin performansını değerlendiren bir müfettiş ya da heyecanla atan kalbinin sesinden çocukların gürültü yaptığını bile duymayan stajyer öğretmen değil. Kendisi Kanadalı yönetmen Philippe Falardeau’nun ta kendisi. Halihazırda cebinde üç uzun metraj filmi olan Falardeau, bir önceki öğretmenleri sınıfta intihar eden öğrencilere öğretmenlik yapan Cezayir göçmeni bir adamın hikayesini anlattığı Monsieur Lazhar filminin senaryosu için araştırma yapmak için burada.

Continue reading “Monsieur Lazhar nasıl yazıldı?”

İyi bir yol arkadaşı: Cümleten İyi Yolculuklar

Bazı kitapların kaderinde yol arkadaşı olmak vardır. Bu kitapların, bizimle birlikte denizleri, dağları aştıkları da olur, her gün aynı duraklar arasında gidip gelmekte olan bizlere eşlik ettikleri de. Gideceğimiz mesafeye bakmadan yanımızda taşırız onları. Çünkü gün içinde ruhumuzu hafifleten bir kitabın, çantamızda yaptığı ağırlığın lafı olmaz.

Continue reading “İyi bir yol arkadaşı: Cümleten İyi Yolculuklar”

Create a free website or blog at WordPress.com.

Up ↑